Efsanevi Türk Müzisyenlerin Bilinmeyen Yönleri
Türk müzik tarihine damga vuran isimlerin sahne arkasındaki hayatları.
Zeki Müren'in mükemmeliyetçi kişiliği, sahne kostümlerine de yansırdı. Her kostümünü kendi çizer, kumaş seçiminden dikiş detaylarına kadar her aşamayı titizlikle takip ederdi. 1976'da bir televizyon programı için hazırladığı elbisenin yakasındaki işleme için tam 18 gün uğraştığı bilinir. Bu mükemmeliyetçilik, onu "Sanat Güneşi" yapan özelliklerden biriydi.
Cem Karaca'nın politik duruşu kadar ilginç olan bir yönü de dil merakıydı. İyi derecede İngilizce ve Almanca bilen Karaca, Fransızcasını geliştirmek için 1980'lerde Paris'te bir kafede garsonluk bile yapmıştı. Türkçe'nin yanı sıra Kürtçe ve Ermenice şarkılar da söyleyen sanatçı, Anadolu'nun kültürel çeşitliliğine her zaman saygı gösterdi.
Sezen Aksu'nun şarkı sözü yazma ritüelleri oldukça ilginçtir. Beste yaparken mutlaka belirli bir tükenmez kalem kullanan Aksu, yaratıcı sürecinde kahve ve bitter çikolatanın önemli rol oynadığını açıklamıştı. 2003'te yazdığı bir günlükte, "Şarkılar gecenin sessizliğinde doğar" notu dikkat çeker.
Müzeyyen Senar'ın sahne korkusunu yenme hikayesi genç müzisyenlere ilham verecek türden. İlk konserinde heyecandan sahnede bayılan Senar, bu olaydan sonra bir yıl boyunca sahneye çıkmamış. Ancak İstanbul'da bir gazinoda temizlikçi olarak çalışırken, patronunun ısrarıyla mikrofonu tekrar eline alıp kariyerine devam etmiş.
Fikret Kızılok'un doğa sevgisi, müziğine de yansıdı. Sık sık Kaz Dağları'na giden sanatçı, "Şeker oğlan" şarkısını bir köy kahvesinde, yaşlı bir adamın anlattığı hikayeden esinlenerek yazmıştı. Gitarını alıp ormanda uzun yürüyüşlere çıktığı ve doğanın sesini dinleyerek beste yaptığı bilinir.
Ajda Pekkan'ın disiplini, kariyerinin uzun soluklu olmasının sırrıdır. 50 yılı aşkın sahne hayatında hiçbir konserini iptal etmeyen Pekkan, antrenman programına sadık kalmasıyla tanınır. 2015'te verdiği bir röportajda, "Sahneye çıkmadan önce mutlaka 30 dakika vokal egzersizi yaparım" demişti.
Tarkan'ın müzik kariyerinin başlangıcı pek bilinmez. Almanya'da bir fabrikada çalışırken keşfedilen sanatçı, ilk albüm kayıtları için İstanbul'a geldiğinde sadece 200 doları vardı. "Kıl Oldum" şarkısının demo kaydını bir arkadaşının evinde yapmış, bu kayıt plak şirketinin dikkatini çekmişti.
Bülent Ortaçgil'in minimalist yaşam tarzı, müziğindeki sadelikle paralellik gösterir. Kadıköy'de mütevazi bir evde yaşayan sanatçı, 30 yıldır aynı gitarı kullanıyor. "Ben müziği değil, müzik beni buldu" sözü, onun felsefesini özetler nitelikte.
Bu efsaneler bize ne öğretti? Belki de en önemli ders, büyük sanatçıların sadece yetenekleriyle değil, tutkuları, disiplinleri ve insani yönleriyle de öne çıktığıdır. Zeki Müren'in dediği gibi: "Sanat, önce insan olmayı gerektirir."